
İnsanlık tarihini dört aşamaya ayırabiliriz..
Tarım Devrimi öncesi : Toplayıcılık ve avcılık.. Dini : Totem, yapısı : Aşiretler, göçebelik..
Tarım Devrimi : İnsanlık tarihindeki en önemli devrim.. İnsan tarımı keşfediyor, tarımı keşfedince toprağa yerleşiyor. Toprak değer kazanıyor. Toprak değer kazanınca toprağı almak ve korumak önem kazanıyor.. Bunun için ordu lazım, ordu için devlet-imparatorluk gerekli.. Dolayısıyla tarım devrimi, siyasal yapı olarak imparatorlukları getiriyor, yerleşik düzeni getiriyor ve tektanrılı dinler geliyor bu devrim ile...
Allah, kullarına kitaplı peygamberlerini, kulları yerleşik toplumda yerleşik olarak yaşamaya başlayınca kuralları yolluyor.
Savaşlar toprak için yapılıyor ; ama Allah adına, din adına yapılıyor. Sınıflar, toprak ağaları ve bunlarla ittifak içinde din adamları ile köle köylüler.. Osmanlı'da da öyledir, köylü köledir. Bir yerden bir yere gidemez..Köle köylü ve toprak ağası, yönetici ve din adamı. Kimi zaman toprak ağası-yönetici-din adamı aynı kişi.. Halifelikte olduğu gibi veya Papalıkta olduğu gibi ya da VIII. Henry'de olduğu gibi.. Bütün dünyada, bütün dinlerde, bütün tektanrılı dinlerde aynı..
Dolayısıyla tarım devrimi bütün insanlığı değiştiriyor. En büyük devrim o.. Tektanrılı dinler geliyor, imparatorluklar kuruluyor ; köle köylüler ile yönetici, toprak ağaları ve din adamları sınıfı oluşuyor ve siyaset babadan oğula geçen imparatorluklar içinde gelişiyor..
Tektanrılı dinlerin üçü de, Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık, hemen hemen ayndır. Çünkü hepsi feodaliteye dayanır. Başlangıçtaki yöntemleri veya stratejileri farklı olmakla birlikte sonunda hepsi aynı siyasal ve toplumsal yapıya dönüşür. O da şudur : Erkek egemendir. Kadını, ya günahkar diye aşağılar, ya korkar, ya ikinci sınıf muamelesi yapar.. Bunun da Allah ile bir ilgisi yok.. Dönem o dönem.. Yani tarım kültürü erkek egemen bir kültür. Allah elçilerini yolladığı zaman, o kültüre uygun ilke koymak zorunda. Kur'an'da hala cariyeler ve köleler ile ilgili hükümler var. Çünkü toplumda köle ve cariye var..
Dolayısıyla bunları inanca aykırı, inanca uygun diye yargılamak doğru değil ; o dönemin koşullarına göre bakmak lazım. Bütün tektanrılı dinler siyaseti de kontrol etmek istemişlerdir. İşte orada kavga çıkıyor. Bütün mezhepler, bu iktidar kavgasından doğmuşlardır..
Önce Roma ikiye bölünüyor. Doğu Roma, Batı Roma.. Her iki imparator, kendi dininin, kendi mezhebinin, kendi kilisesinin başkanı olacağı için Doğu Roma Ortodoks oluyor, Batı Roma Katolik oluyor..
Arkadan Protestanlık hikayesi.. Protestanlık, Martin Luther gidip de kilisenin kapısına bildiri çaktığı için olmuyor. Arkasında Alman prensleri var. Papa ile kavgaları var. VIII. Henry'nin boşanma davası var. Vergi meseleleri var..
Bizim dinimiz bu konuda çok daha belirgindir. Hazreti Peygamber, hem Allah'ın elçisidir, dinin kurucusudur ; hem de İslam devletinin kurucusudur. O öldükten sonra Dört Halife Dönemi başlar. Dördüncü halife olan Hazreti Ali'ye gelindiği zaman işler karışıyor. Muaviye diye birisi çıkıyor, diyor ki, "Hazreti Ali'yi ben halife olarak kabul etmiyorum.." Önce kavga, sonra savaş çıkıyor. Muaviye taraftarları Sünni oluyor, Hz. Ali taraftarları Şii oluyor.. Allah ya da Hz. Peygamber Kur'an'da böyle buyurdu diye değil, kim yönetecek diye çıkıyor bu iktidar kavgası..
Dolayısıyla tektanrılı dinler, siyasal iktidarın meşruiyetinin ve kullanılmasının aracı olduğu için her siyasal hareket iktidar kavgası, yeni bir mezhep doğuruyor..


Endüstri Devrimi : Bu üçüncü aşamada fabrika kuruluyor. Fabrikanın kurulması gene her şeyi değiştiriyor. İnanç olarak, tektanrılı dinlerin üstüne, milliyetçilik geliyor. Milliyetçilik, yeni bir ideoloji olarak geliyor. Eskiden insanlar sadece Müslüman-Hristiyan, Sünni-Şii, Katolik-Protestan diye ayrılırken ; şimdi Türk, İtalyan, Alman, Fransız, İngiliz diye de ayrılmaya başlıyor..
Bu arada köylü, kentliye ve işçiye dönüşüyor. Toprak ağası, tüccara ve sanayiciye dönüşüyor. İki yeni sınıf doğuyor : Önce sermaye sınıfı, sonra işçi sınıfı.. Yönetim değişiyor, babadan oğula geçen hanedanlar gidiyor. Devleti kilisenin egemenliğinden kurtuluyor ve laikleşiyor. Yöneticiler seçilmeye başlanıyor ve yepyeni bir dünya ortaya çıkıyor, endüstri devrimi ile.. Artık savaşlar hammadde ve pazar için, milliyetçilik adına yapılıyor..
Bilişim Devrimi : Şimdi, bütün dünya yeni bir devrimin, bilişim devriminin henüz başında ve de içinde.. Bugüne kadarki devlet kategorileri, sınıflar ve ideolojiler hep değişecek..
Bu genel yapının içine biz, Osmanlı-Türk siyasal sistemini oturttuğumuz zaman, her şey çok açık seçik ortaya çıkıyor. Batı dünyası din-tarım toplumundan, tarım devriminden endüstri devrimine evrimleşirken, Osmanlı bunu gerçekleştiremiyor, din-tarım toplumu aşamasında kalıyor..
Din-tarım toplumu dünyasının egemenleri belli işte. Roma en büyük egemen, arkadan Osmanlı geliyor.. Ondan sonra da endüstri devriminde, İngiltere alıyor liderliği. Osmanlı, değişimi izleyemeyince, önce o gücünü kaybediyor. Ondan sonra gücünü kaybettikçe, öbürleri tarafından sömürülmeye başlıyor. Daha hızla zayıflıyor ve en sonunda, Birinci Dünya Savaşı bütün din-tarım imparatorluklarını tasfiye ediyor. Bu arada Osmanlı'yı da yok ediyor..
Sevr Antlaşması, tarihin doğal bir sonucudur. Tarihi tersine çeviren antlaşma ise Lozan'dır. Atatürk'ün dehası oradadır. Çünkü Atatürk, endüstrileşmeye ayak uyduramadığı için çöken bir Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazı üzerinde, olmayan bir endüstrileşme ve olmayan bir aydınlanma ürünü olan bir Cumhuriyet Türkiye'si inşa edebilmiştir. Bunu da bağımsızlık savaşını kazanmış olmasına borçludur.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder