
Bazen mutluluk felaketle, bazen de felaket mutlulukla sonuçlanabiliyor..
Mesela son Halife Abdülmecit Efendi, kendisinden 24 saat içinde memleketi terk etmesi istendiğinde, eskisinden daha mutlu, daha ferah ve daha refah içinde bir hayat süreceğini hiç düşünebilir miydi ?.. Tam tersine, karamsar olması için pek çok neden vardı : Çünkü mensubu olduğu Hanedan, onur kırıcı bir şekilde kapı dışarı ediliyordu. Bu dramatik olay, son zamanlarda gazete ve televizyonlarda sıklıkla ve ağlamaklı bir üslupla gündeme getiriliyor :
"Sirkeci İstasyonu'ndan, 1924'ün 5 Mart akşamı, bir tren kalktı, acı acı düdük çalarak. Aynı anda rıhtımdan da bir gemi demir alıyordu, çığlıkları ta uzaklardan duyuldu. Bu sesler Anadolu'nun, Orta Doğu'nun, Balkanlar'ın, Doğu Avrupa'nın ve Kuzey Afrika'nın tarihini 600 küsur yıl boyunca etkilemiş, hatta yazmış bir ailenin artık bu toprakları terk ettiğinin ilanıydı.
"Osmanlı Hanedanı, TBMM'nin, 3 Mart 1924 günü kabul ettiği 431 sayılı kanun uyarınca sınır dışı ediliyordu. Bundan böyle ülkeye değil girmeleri, transit geçmeleri bile yasaktı. Hanedan mensuplarının her birine dönüşü olmayan, 'sadece gidişe mahsus' birer pasaportla, ikişer bin İngiliz lirası verildi.."

Sürgün operasyonu on beş günde tamamlanmıştı. Son Osmanlılar, nereye gidecekleri ve nerede ikamet edecekleri meçhul, dünyanın dört bir bucağına güz yaprakları gibi savruldular. Kimi İsviçre'ye, kimi Beyrut'a, kimi Mısır'a, kimi Fransa'ya, kimi İtalya'ya, kimi de Amerika'ya gitti. Sanki asırlardır iç içe, diz dize yaşamış olmaktan çok sıkılmışçasına birbirlerinden uzaklaştılar. Halbuki bu kara günlerde, safları daha bir sıklaştırıp dayanışma içinde olmaları gerekmez miydi ? Ama öyle yapmadılar. Neden böyle çil yavrusu gibi dağıldıklarının ardında acı bir gerçek yatıyordu : Çünkü aralarında birlik ve beraberlikten eser kalmamıştı. Tersine, ilişkilerine nefret, dipsiz bir rekabet, ihanetten, hasetten oluşmuş bitmeyen bir hesaplaşma hakimdi. Yıllar sonra sökün eden Hanedan üyelerince yazılmış sürgün anıları da doğruluyor bu gerçeği..
Hanedan lideri ressam Halife Abdülmecit Efendi idi. Ama kimsenin bunu iplediği yoktu. Doğrusu onun da, sülaleyi bir arada tutmak, yönetmek gibi iddialı bir gayreti olmadı. Karısını henüz kaybetmişti, oğlu Ömer Faruk Efendi, kızı Dürrüşehvar Sultan ve "öteki" kadınlarıyla önce İsviçre'ye, oradan Fransa'ya, Nice'e gitti ve ardından Paris'e yerleşti. Fransızlar ona nezakette kusur etmediler. Keza İngilizler de..

Sonra, Hanedan üyelerinin nasıl yaşadıkları, kısa gazete haberlerinde izlenir oldu.. Arap ya da Hintli hanedan mensuplarıyla evlenen birkaç sultan dışında, erkeklerin hemen hepsi hayatlarını çalışarak kazanıyorlardı. Başka kralların maiyetinde görev yapan da vardı, sabun satıcılığı yapanda.. Hatta mezar bekçiliği bile yapanları vardı..
Örneğin Sultan Abdülhamid'in torunu, New York'ta küçük bir otel odasında tabancayla vurulmuş olarak bulunmuş ; intihar mı, cinayet mi anlaşılamamıştı..
Yine Abdülhamid'in en küçük oğlu, Fransa'da kapı kapı dolaşıp satmıştı..
Sultan Abdülmecid'in torunu, profesyonel boks yapmış ve hayatını Paris'te, bir boks müsabakasında kaybetmişti..
Sultan Abdülaziz'in torunu Nermin Sultan, Fransa'da kimsesizler yurdunda ölmüştü..
Abdülmecid'in torunu Kadriye Sultan, sıkıntılar içinde yaşarken vatan hasretiyle yakalandığı veremden terk-i dünya etmişti..
Şehzade Mehmet'in cenazesi, Nice'te karma bir mezarlığa defnedilmiş, cenaze namazında dört kişi varmış..
Bir başkası Macaristan'da keman çalarak dilenmiş...

İçlerinde şüphesiz "memleket hasreti" çekenler de olmuştu. Ancak aslında çekilen daha çok "İstanbul hasreti" idi.. Hanedan üyelerinin Cumhuriyet ile oluşturulan Türk kimliğiyle uzaktan yakından alakası yoktu. Bursa, Yalova kaplıcaları hariç, Anadolu (hele hele Ankara) onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu.
Özetle, "renkli gözlü, beyaz tenli, harman sarısı Hanedan" Türklüğe karşı hiçbir aidiyet duygusu beslemiyordu..
Ali Vasıb Efendi, Hanedan'da hatırat yazan tek erkek.. Osman Selaheddin Osmanoğlu'nun yayına hazırladığı, "Şehzade Ali Vasıb Efendi : Bir Şehzadenin Hatıratı, Vatan ve Menfada (sürgünde) Gördüklerim ve İşittiklerim" adlı kitapta anlatılan Hanedan, bizim bildiğimiz Hanedan'dan çok farklı, hele hele televizyonlarda, gazetelerde anlatılanlarla neredeyse taban tabana zıt..
Ali Vasıb Efendi'ye göre Hanedan, sınır dışı edilince özgürlüğüne kavuşmuş. Sanki dünyaya o gün gelmişler. Hem o asırlardır nefes aldırmayan, hesap sorulamayan pederşahi diktatörlükten kurtulmuşlar, hem de Cumhuriyet'in tek parti diktatörlüğünden. Sanki gayet renkli, cıvıl cıvıl bir lunaparka gider gibi, etekleri zil çalarak kendilerini gurbetin tatlı kollarına atmışlar !..
Şehzade, kitabında ayrıca Hanedan üyelerinden bazılarının nasıl dağıttığını, özellikle kendinden örnekler vererek bir güzel anlatıyor. Lüks lokantaları, barları, otelleri, buralarda tanıştıkları birbirinden güzel lobi bülbüllerini, dans partilerini, maskeli baloları, Monte Carlo kumarhanelerini, Rolls Royce'lara kurulup dolaştıkları Cannes, St. Tropez plajlarını, cümbür cemaat katıldıkları av ve sauna partilerini... Bu arada rulet, bakara, şampanya, viski, konyak da gırla gidiyor..
Bir işe girmeyi, asillik vesvesesiyle onur kırıcı buldukları için bazen parasız da kalıyorlardı. O zaman, ya Mısır Kral Naibi ile evli olan Neslişah Sultan'a (altta, sağda), ya da Haydarabad Nizamı'nın Karun kadar zengin eşi Dürrüşehvar Sultan'a (altta solda) müracaat ediyorlardı..


Bu tatlı hayat, İngiltere'nin Hindistan'dan ve Mısır'dan kovulmasına kadar sürüyor ; II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise, artık acılaşmaya başlıyordu..
Arap dünyasında İngiltere'nin desteğiyle ayakta duran sahte kralların birer birer devrilmesiyle, Osmanlı Hanedan mensupları da bir kez daha ortaya saçılıyordu..
Öte yandan, memlekette terk ettikleri malları, emanet ettikleri muhteris kayyımların elinde oyuncak olmuştu. Burada kalan mallarını, mülklerini, senetlerini, tapularını, çiftliklerini idare etmek için vekalet verdikleri kişilerdi bu kayyımlar. Memlekete gelemedikleri için onları kontrol edemiyorlardı. Birçok Hanedan üyesi, bu nedenle soyup soğana çevrildi. Ayrıca bunların Kahire, Beyrut, Bağdat ve Şam gibi yerlerde bulunan malları da yine bu insanlar tarafından yalanıp yutuldu. İçlerinden bazıları, bu hırsızlar yüzünden sefalete düştüler..



ALTTAKİ FOTOĞRAF :
1- Harun Osmanoğlu: Sultan Abdülhamid’in oğlu. Selim Efendi’nin torunu. Hanedan’ın Türkiye’deki aile reisi. Şehzade sıralamasında 5’inci sırada. 2- Osman Vasıf Osmanoğlu: 5. Murat’ın torununun oğlu. Ali Vasıf Efendi’nin oğlu. Londra’da yaşıyor. 3- Selim Cem: Sultan Abdülmecid’in torunu. İsviçre’de yaşıyor. 4- Orhan Osmanoğlu: Harun Osmanoğlu’nun oğlu. Sultan Abdülhamid’in torunu. 5- Kayhan Osmanoğlu: Harun Osmanoğlu’nun oğlu, Sultan Abdülhamid’in torunu. Türkiye’de yaşıyor. 6- Leyla Kadir Schelle Sultan: Sultan Abdülhamid’in torunu. Avustralya’da yaşıyor. 7- Kenize Murad: Sultan 5. Murat’ın kızı Prenses Selma’nın kızı. 8- Bülent Osman: Anne tarafından Sultan Abdülhamid’in torunu. 9- Osman Nami: Sultan Abdülhamid’in kızı. Ayşe Sultan’ın oğlu. Paris’te yaşıyor. 10- Osman Mayatepek: Anne tarafından Abdülmecid’in kızı. Naciye Sultan’ın torunu. Ankara’da yaşıyor. 11- Adile Nami: Sultan Abdülhamid’in torunu. Paris’te yaşıyor. 12- Clara Sultan: Leyla Sultan’ın kızı. Avustralya’da yaşıyor. 13- Murat Orhan: Sultan 5. Murad’ın torunu. 14- Ayşe Osmanoğlu: Osman Vasıf Osmanoğlu’nun kızı. Londra’da yaşıyor. 15- Selim Osmanoğlu: Orhan Osmanoğlu’nun oğlu, Sultan Abdülhamid’in torunu. 16- Şehzade Murat Vasıf Osmanoğlu: 5. Murat’ın torununun torunu, Şehzade Osman Vasıf Osmanoğlu’nun oğlu. 17- Rukiye Nami Osmanoğlu: Osman Nami Osmanoğlu’nun kızı.
ÜMİT BAYAZOĞLU'nun "Hatırda Kalmaz Satırda Kalır" adlı kitabından derlenmiştir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder